Dr Münir Derman Sohbetleri – 75

Buluttan istenilen yağmur değildir.  Asıl istenilen yağmur değildir.  Asıl istenilen meyvelerin yetişip oluşlarıdır. Anladın mı? Biz buluttan yağmur istemeyiz.  Yağacak ne olacak?  Yağsın da meyvaları yetiştirsin.  Rahmet-i İlâhiyedir o.  Merhametle temiz meyva, temiz gıda alalım diye.  Zira amelin kabulu Hakk Teâlâ’ya aittir. 

Allah’ı bilen kimsenin asla gam ve kederi olmaz ve olamaz da.  Ama Allah’ı bilebilmek için de mideye haram sokmayacağız.  Nasıl sokmayacağız?  Bilsem kitap hâlinde yazardım.  Herkes kendi aklınlan bulacak onu.  Riyâyı kaldıracaksın, yalanı kaldıracaksın.  Mümkün olduğu kadar temiz almaya başlayacaksın.  Allah yardım ederse midene helâl girecektir.

Onun için insanlar yalınız ekmekle değil, iyi söz ve nasihatlarla da beslenirler. Sözü, haram midene girecekse hiç olmazsa güzel sözlerle kendini besle!

Bir insan bir insana üç türlü yardım eder.  Ya maddî yardım eder.  Yaralı kaldırır. Yarasını sarar.  Veyahut: “Yav benim elimde bir şey yok İnşallah iyi olursun. Hadi aslanım!” der.  Yahutta başka birine haber verir: “Ulan şurda birisi var!”  Bu üç türlüdür.

Lakırdıyla, elle, bir de başkasına haber vermeyle.  İnsan birbirine yardım eder.

Düşmüş bir adam: “Kardeşim ben yaşlıyım kaldıramayacağım seni. Ama hadi aslanım biraz dişine tak. Allah büyüktür. Allah de! Ben şimdi sana!”  İşte okşadım bunu.  Güzel lakırdı verdin ona.

Gidip başkasına da: “Yav şurada birisi düştü şuna haber verelim de gelsin!”  İşte başkasına söylemekle üç şeyle birbirine yardım eder insan.  Onun için kendi kendinize yardım edin efendim.

Evinize haram lokma sokmayım.  Sokacağına aç dur, aç dur, aç dur daha hayırlıdır!.

Ama bu günün insanına bunu anlatmak, deveye değil file hendek atlatmaktan daha güçtür.

Hepimiz aynı yaştayız, eskiden bilirsiniz.  Bilmem benim memleketimde öyleydi.  İnsanlar dikeni olmayan güller gibiydi.  Birine bir çarpsan geçerken: “Zararı yok oğlum hadi git evladım!” derdi.

Birine çarpsan, yaşlıya çarptın.  Yaşlı döner: “Ulan kör müydün?” der.  Ötekisi de o genç yaşlıya: “Vay öküz vay sen mi körüdün?”  Haydi kavga.

Onun için eskiden insanlar dikeni olmayan güller gibiydiler.  Şimdi gülü olmayan diken hâline geldiler.  Birbirine afkırıyorlar: “Hav! Hov! Hav!” birbirini yiyecekler, yediler zâten. Yiyorlar.

Bilirsiniz karanlık vardır karanlık.  Karanlıklar nurların zıttıdır.  Her nurun karşısında da küçücük bir karaltı vardır.  Her karaltı insandaki nurun miktarıncadır.  Bak şuradan güneş vuruyor oraya.  Burası parlak biraz sonra ara sıra buluta çıkıyor, birden inip çıkıyor.  Hemen bakıyorsunuz ki bir karanlık oluvermiş.  İnsanlar da böyledir.  Harama gittiği zaman içi böyle kararır.  Temize gittiği zaman nurlaşır.  Daha temize gittiği zaman daha nurlaşır.  Ondan sonra, ulan uçar ondan sonra insan be.  Nasıl uçar?  Buz gibi uçar!  Şey gibi değil başka türlü uçar. Aklınnan uçar.  Cenâb-ı Allah’nan sohbet eder.  Onun için dedim ki şeytan uzak kalmışların sırrıdır.  Kimden?  Allah’tan uzak!.  Allah’nan bir olana şeytan yanaşabilir mi?  Yanaşamaz.

İnsan bu edebin içinde kaldı mı, riyâ yalan yoktur onda midesine de haram giremez oğlum!  Soksan bile kusar herif haramı.

Bunların habercisi kimdir?.  Hani geçende sivil savunma tatbikatı oldu.  Düdükler çaldı. Tayyare geldiği zaman şöyle olacak.  Evvelden radyo haber veriyor.  “Şöyle bir filo geliyor!” bilmem ne ediyor.  “Haber vereceğiz herkes sığınağa girsin!”  Allah o günleri göstermesin.  Şöyle olsun böyle olsun diye haber verdiği gibi insanlarda da böyle edebe girdiği, Allah’ın rızasına kavuştuğunu belli eden bir şey vardır İslâmda;  Ona göz yaşı derler göz yaşı.  Şimdi göz yaşını herkes bilirsiniz; şöyle buradan damlar, bazısı elinnen siler, bazısı mendille siler, siler oğlu siler!.  Ama neyi siler, farkında değil.  Ben size şimdi göz yaşını bir anlatayım da bakın neleri siliyorsun.  Akıl ve fennin inanma vasıtası, Laboratuar vardır.  Fenni bir adama, profesöre yahut üniversiteye bir şey var mıdır?  Evet efendim.  “Laboratuar da ispat edin bunu bana!” der.  Sanki laboratuarında iki tane şişe, üç tane cam, dört tane mi’yar vardır.  Sanki dünya otuz sahife fiziknen, kırk sayfa kimya kitabının içindedir.  Ama bunlar fen.  Gayet tabi bunlar Allah’ın şeyleri.  Akıl ve fennin inanma vasıtası olan laboratuar muayenesinde, göz yaşında su vardır içinde. Tuz vardır. Üre vardır. Şeker vardır.  Dört tane madde vardır bunun içinde.  Laboratuarda tahlil edersen göz yaşını…  İçinde üre denilen idrarda çıkan hani çoğalırsa kanda üremi yapar.  Üre vardır, tuz vardır, şeker vardır, su vardır.  Bu gözyaşında.  Bu kimya laboratuarının cevabı.

Bir de maneviyat laboratuarının cevabı raporunda:  İnsanda Hayy Esması var biliyorsunuz.  Canlılık demek hayy. Allah’ın Hayyı.  Hayyın devamına yani insandaki canlılığın hayatın devamına kaderle bahşedilen El Rezzâk Esması ile.

El Rezzâk Esması ne?  Yiyoruz yemek değil mi, El Rezzâk Esmasıyla yıkanan, içinde aklın alamadığı değişmeyen madde ve cevherler bulunan kandan süzülen bir nesnedir göz yaşı.  İnsanın kanından süzülür.  O halde Hayy Esmasının Rahmân Çeşmesinden gelen İnci Dânelerine şey derler göz yaşı.

Gözyaşı bir de atta ve köpekte vardır, onlar da ağlarlar.  Atla köpek ağlar efendim.

Onun için Kur’ân-ı Kerimde attan da bahseder, köpekten de bahseder.  İnsan Allah ile en samimi irtibat zamanı, gözünden yaş geldiği zamandır.  Ağlayan insan güzelleşir efendim!  Çirkin bile ağlarken muhakkak güzeldir.  Çünkü Allah’nan irtibatını temin etmiştir.  Çirkin bir insan bile ağlarken güzelleşir.  İnsan ağlarken muhakkak güzelleşir.

Çok gülme esnasında gözden gelen yaş, insandaki yaradılış edebinin kendi kendine utanarak nefsinin: “Bu ne yaptığını bilmiyor Yâ Rabbi affet!” demesidir.  İnsan gülerken göz yaşı gelir ya, o insanı: “Yâ Rabbi affet bunu!” demektir onun için gelir göz yaşı gözden.

Allah’nan irtibatı olan şey.  Çok ince bir nokta burası. Onun için: “El Kahkahatül mine’ş- şeytan, el tebessüme min Allah!” Hadisi Şerif…  “Kahkaha Şeytandandır, tebüssüm Allah’tandır!” buyrulur.  Onun için Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz kahkahayla gülmezmiş, tebessüm edermiş.  Kahkahayla güldüğünüz zaman gözünüzden yaş gelir.  Yaşa hürmetsizliktir o.  Yaş deyip de geçmeyin.

Göz yaşında aziz cemaat riyâ yoktur.  Göz yaşında yalan yoktur.  Göz yaşında bir şey daha vardır.  Söyleyemem onu kafamı vursanız bile.  Onu da siz arayın bulun.  Ben otuz senede buldum.

Arapçada: “Ed demmatü’l- ayni lâ yağrifu ilel arif. Vel hübbü ya’telezül lezzâti bi’l- elemi.” derler.  “Ed demmatü’l- ayni”, göz yaşını “lâ yağrifu” hiç kimse bilmez.  “İlel arif” ancak arif bilir.  “Vel hübbü ya’telezül lezzâti bi’l- elemi.”

Gözünüzden yaş düşüp de şöyle geldiği zaman kendinde değildir insan.  Diline vurduğu zaman tuzu duyar duymaz kendine gelir insan.  İşte onu duyup da kendine gelmezse derhal “Vel hübbü ya’telezül lezzâti bi’l- elemi.” o ızdıraptan büyük bir zevk vardır.  Allah’a vusul vardır. Onu bi hele bir bilse diyor!.

Bir hadis-i kudsî de Buyuruyor ki: “Bana duyulan sevgiden”  “Sevgi ne demek?”  Bir kişiye karşı duyulan sevgi, iltifat.  “Bana duyulan sevgiden, havf ve sevgiden dolayı gözden düşen yaşı yere bırakmam!” diyor Cenâb-ı Allah: “Yeri mahvederim!” diyor. Hadis-i Kudside.  O halde Allah ile ahbablığın devam ettiği zaman ulan O da sana şeyinden yakın be şah damarından yakın.  Ağlayan da O, hepisi de O, Kendi yaşını yere düşürür mü? O demek.

Bir gün Hz. Musa’ya ümmeti demiş ki: “Yâ Musa! Yağmur yağmıyor hele bir dua et de yağsın!” demiş.  O da Peygamber değil mi : “Yâ İlahi! Ümmet bunaldı yağmur ver!”  Yağmur yok… Hele hele yok yağmur!. Hele hele yine yok!  Ümmeti başlamış gülmeye: “Ulan bu ne biçim Peygamberdir, daha yeni zâten peygamberliği!”  Hz. Musa telsizlerini şey ediyor, çeviriyor: “Yâ Rabbi ben senin peygamberinim. Şunlarda ümmetim ve Senin kulun. Bak beni fena vaziyete düşürdüler. Nasıl yağmur vermezsin Sen!” diyor.  Sırrına vahiy geliyor: “Yâ Musa karşı dağa git demiş. Orda Benim bir kulum var ona söyle o dua etsin vereceğim!” demiş. “Peki!” diyor.  “Siz burda durun ben karşı dağa gideceğim!.”  Ve gidiyor bakıyor ki küçücük bir kovuğun içinde zayıf bir adam oturuyor orada.  Ağustos ayı. Zâten oralar sıcak memleketler, Ağustosu mağustosu yok.  Havada bulut yok. Ağaç mağaç…  “Selâmün aleyküm!” diyor.  Hemen adam ayağa kalkıyor: “Aleykümeselâm Yâ Rasulallah Yâ Musa buyurun!”  “Sen bırak hele işi bırak!” diyor.  “Selâmı melâmı otur aşağıya!” diyor.

Hz. Musa çok asabî bir Peygamberdi. Allah şefaatine nâil eyleye.  Uzun boylu öyle şakası makası olan bir adam değil.  “Şurada bir dua et de demiş, ümmet bekliyor bennen alay ediyorlar.  Vahiy aldım sen dua edersen Cenâb-ı Allah yağmur verecekmiş!.”

“Emredersiniz Yâ Rasûlallah!” diyor.  Orada küçücük şöyle bir fincan gibi topraktan yapılmış bir fincan var.  Almış onu eline. O şey, Zayıf adam.  Bakmış göğe doğru.  Allah gökte mi?  Hayır gökte değil Allah.  En münasip yeri orayı görürüz temiz olduğu için kafamızı yukarı kaldırırız. Ondan dolayı.  “Yâ İlahi demiş yağmuru yağdır yoksa deviriyorum bunu!” demiş.

Daha bu lakırdıyı söyler söylemez birden ortalık kararı vermiş min tarafillah, şakır şakır yağmurlar yağmaya başlamış.  “Onun içinde ne var?”  Onun içinde ibadet ederken Allah’ın sevgisinden gelen göz yaşlarını toplamış adam onun içine koymuş oraya.  Hadisi şerifte diyor ki: “Benim sevgimden gelen göz yaşını yere düşürmem yeri mahvederim!” diyor.

Şimdi herif yere dökerse kıyamet zamanı gelmedi Allah verdiği sözden dönmez mahvedecek dünyayı: “Aman dur!” demiş.  Yaaa bak ince noktalar var oğlum. Püf noktaları var.  Onun için gözyaşında bir şey var söyleyemem dedim kafamı vursanız.  Çok şeyler var İslamlarda, bizde ama biz farkında değiliz.

(Devamı bir sonraki kayıttadır…)

 

2 thoughts on “Dr Münir Derman Sohbetleri – 75

Yorum bırakın